Ben
küçükken ve gençken siyasetle kendi çapımda ilgilenirdim. 80'li
yıllarda ilkokul 4. sınıftayken sınıf öğretmenim annemi okula
çağırmıştı; sağda solda sağ-sol'la ilgili konuşuyorum
diye... Bir de lisedeki 29 Ekim töreninde, memleketin durumu ile
ilgili kompozisyonumu okutmuştu edebiyat öğretmenim, biraz da
endişeyle... Sonra İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsünde
Uluslararası İlişkiler okudum. Siyaseti gerçekten sistemli,
düzenli bir faaliyet sandım; milletvekili olmak istedim. Bilimsel olmayan kaynakları okudukça
ve memleketime daha bilinçli bir gözle bakınca, hiç de öyle bir
şey olmadığını anladım ve giderek uzaklaştım. Bundan sonraki
hayatımda ben de ortalama bir vatandaş kadar siyasi faaliyet
gösterdim: Oy kullandım, arkadaş meclislerinde memnun olmadığım
hükümet icraatlarını eleştirdim, tartışmalara katıldım,
fikrimi söyledim. Ancak hiçbir zaman siyasi görüşümü yansıtan
partiye gidip üye olmadım, seçim çalışmalarına aktif olarak
katılmadım, bugün iktidarda olan partinin “neferleri” gibi
tanıdık-tanımadık, kapı kapı dolaşıp propaganda yapmadım.
Sadece sağda solda konuştum, bir de dediğim gibi, daha da eskiden
yazardım. O zamanlar aynı sınıfta okuduğum, şu anda sosyal
medyada “arkadaş listemde” olan kaç kişi bir siyasi partiye
üyedir ve yoğun faaliyet göstermektedir, onu da bilmiyorum.
Şu
anda memleketimin durumu malum... Demokrasiden eser kalmadı, insan
hakları polisin elinde yerlerde sürünüyor, yargının
bağımsızlığı da rafa kalktı. Ancak çok şükür hala
korkmadan yazan-çizen bir avuç aydın, hala sağda solda
konuşabilen hatta meydanlardan taşan ve sosyal medya ortamlarını
haykırmanın bir aracı olarak kullanan vatandaşlar var. Ben sosyal medyada çok aktif değilim;
sadece facebook'ta hesabım var ve burayı sıklıkla kullanmıyorum. Arada sırada orada bir şey paylaşırım,
paylaşanları takip ederim, beğendiklerimi “like”larım. Gezi
olayları patlak verdiği sırada sosyal medyanın hayat kurtaran ve
baskı altında örgütlenmeye olanak veren işlevini de çok takdir
ediyorum; gerçekten iyi ki varmış. Ancak ben o sırada çok büyük
bir acı yaşamıştım, hala da acısı geçmemiştir; dolayısıyla
o coşkuyu, cesareti, memlekete ve özgürlüğe sahip çıkma
hareketini kısmen takip edebildim. O acıyı yaşamasaydım ben de
atlayıp Taksim'e gider miydim, her gün biber gazı yer miydim, o
kimyasal silah niteliğinde tazyikli suyla cildim yanar mıydı, gaz
fişeğiyle gözümü kaybeder miydim, hatta belki de polis
kurşunuyla orada ben de can verir miydim? Bilmiyorum... Bildiğim
bir tek şey var, her gün oraya gitseydim bile saat başı
facebook'ta bir şey yazmazdım. Ben öyle bir insan değilim ama bu
yüzden vatan haini ya da koyun da değilim. Bu tür yargılamaları facebook'ta çok sık görmeye başladığım için yazmak istedim. Yüzlerce kez paylaşılanları bir kez daha paylaşmayan,
iktidara ve icraatlarına nefretini kusmayan herkes çeşitli
şekillerde lanetleniyor, hatta arkadaş listesinden silinmesi
düşünülüyor. Yeni oluşan bu “facebook yargısını”, en az
şu anda Türkiye'nin içinde bulunduğu hak-hukuk tanımayan durum
kadar tehlikeli buluyorum. Kimse kimsenin vatan sevgisini,
cesaretini, Atatürkçülüğünü, neye nasıl sahip çıktığını
facebook faaliyet istatistiğine bakarak ölçemez. Din ve siyaset,
insanın dünya görüşü ve vicdanı ile ilgilidir; bunları yaşama
ve gösterme şekli yüzünden yargılanıp aşağılanamaz; ancak
bunları kullanarak diğer insanlara zarar veriyorsa yargılanır,
ayıplanır. Ayrıca canı yanan bazı insanların sözü-sesi boğazına
düğümlenir, bazısı da avazı çıktığı kadar bağırır. Yeni
yılda tüm facebook camiasını demokratik haklara saygıya ve
sağduyuya davet ediyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder