Bir seneyi geçti sen gideli... Her şey
yerli yerindeydi de şimdi mi karıştı, yokluğun giderek daha çok
koyuyor da o yüzden mi yıkıldı duvarlarım, bilmiyorum... Şimdiye
kadar çok ayrılık yaşadım; şirketlerden, şehirlerden,
insanlardan. Hiç arkama bakmadım, hiç pişman olmadım. Bilanço
çıkarmaya daha yeni başladım; keşke sen de olsaydın yanımda...
İtişip kakışmadan konuşabilmeye yeni başlamıştık; ben bu
kadar kalkanlarımı indirmişken belki sana bir şeyler sorardım.
Göze alırdım “Ben de seni akıllı bi şey sanmıştım”
demeni, belki “Haklısın, ben de kendimi öyle sanmıştım”
bile derdim...
Memleket neresi? Yolculuk nereye?
25 Haziran 2014 Çarşamba
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Sizin “çift efsaneniz” var mı?
Bir
kadın ve bir erkek bir şekilde karşılaşır,
tanışır/tanıştırılır, bakışlar birbirine değer ve o an iki
taraf da karşılıklı çok hafif (ya da belki de oldukça şiddetli)
bir elektrik akımına maruz kalır. Bu duruma halk arasında
“çarpılma” da denir. Bu bakışlarla başlayan akım alışverişi
bir süre daha artarak devam eder ve bu çarpılmadan bir “çift”
doğar ise, ilk bakışmayı ve takip eden olayları kapsayan bir
kısa hikaye ortaya çıkar. İşte bu hikaye, o çiftin “efsanesi”
olur.
19 Mart 2014 Çarşamba
Bırakın acısın...
“İlişkilerLabirenti” yazımın daha başında belirtmiştim; giderek artan
ayrılıklar beni günümüzdeki kadın-erkek ilişkilerini
sorgulamaya itiyor diye... Ayrılıklarda sık karşılaşılan
nedenlerin başında aldatma geldiği için yazı dizisinin ilk
bölümünü bu konuya ayırmak istedim. Ancak bu yazıda kim neden
aldatır gibi derin konulara girmeyeceğim; sadece bu vesile ile
ortaya çıkan bir duygudan bahsedeceğim.
2 Mart 2014 Pazar
İlişkiler Labirenti
Bu
sabah kardeşimle konuşuyorduk. Ayrılan çiftlerden bahsederken,
“Sahi, onlar neden ayrılmıştı?” diye sordum. Önce çok
klasik bir sebep söyledi; erkek tarafı “rahat durmamış”.
Sonra “rahat durmama” sonucuna ulaştıran nedenler zincirinin
başında, aslında kadınların “tipik” davranışlarını
gördüğünü söyledi. Türk kadınları evlendikten sonra kendini
bırakmaya, evlilikte heyecanın taze kalmasına yönelik bir çaba
göstermemeye meyilliymiş. İçimden güldüm; aynı şeyi ben de
erkekler için rahatlıkla iddia edebilirdim, üstelik tüm dünyadaki
erkekler için...
30 Aralık 2013 Pazartesi
Memleketim ve "facebook Mahkemeleri"
Ben
küçükken ve gençken siyasetle kendi çapımda ilgilenirdim. 80'li
yıllarda ilkokul 4. sınıftayken sınıf öğretmenim annemi okula
çağırmıştı; sağda solda sağ-sol'la ilgili konuşuyorum
diye... Bir de lisedeki 29 Ekim töreninde, memleketin durumu ile
ilgili kompozisyonumu okutmuştu edebiyat öğretmenim, biraz da
endişeyle... Sonra İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsünde
Uluslararası İlişkiler okudum. Siyaseti gerçekten sistemli,
düzenli bir faaliyet sandım; milletvekili olmak istedim. Bilimsel olmayan kaynakları okudukça
ve memleketime daha bilinçli bir gözle bakınca, hiç de öyle bir
şey olmadığını anladım ve giderek uzaklaştım. Bundan sonraki
hayatımda ben de ortalama bir vatandaş kadar siyasi faaliyet
gösterdim: Oy kullandım, arkadaş meclislerinde memnun olmadığım
hükümet icraatlarını eleştirdim, tartışmalara katıldım,
fikrimi söyledim. Ancak hiçbir zaman siyasi görüşümü yansıtan
partiye gidip üye olmadım, seçim çalışmalarına aktif olarak
katılmadım, bugün iktidarda olan partinin “neferleri” gibi
tanıdık-tanımadık, kapı kapı dolaşıp propaganda yapmadım.
Sadece sağda solda konuştum, bir de dediğim gibi, daha da eskiden
yazardım. O zamanlar aynı sınıfta okuduğum, şu anda sosyal
medyada “arkadaş listemde” olan kaç kişi bir siyasi partiye
üyedir ve yoğun faaliyet göstermektedir, onu da bilmiyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)