2 Mart 2014 Pazar

İlişkiler Labirenti

Bu sabah kardeşimle konuşuyorduk. Ayrılan çiftlerden bahsederken, “Sahi, onlar neden ayrılmıştı?” diye sordum. Önce çok klasik bir sebep söyledi; erkek tarafı “rahat durmamış”. Sonra “rahat durmama” sonucuna ulaştıran nedenler zincirinin başında, aslında kadınların “tipik” davranışlarını gördüğünü söyledi. Türk kadınları evlendikten sonra kendini bırakmaya, evlilikte heyecanın taze kalmasına yönelik bir çaba göstermemeye meyilliymiş. İçimden güldüm; aynı şeyi ben de erkekler için rahatlıkla iddia edebilirdim, üstelik tüm dünyadaki erkekler için... 
Ancak artık mesleğim nedeniyle sorumluluğu sadece bir tarafa yüklemeye vicdanım elvermiyor. Eskiden olsa verip veriştirirdim. Ama artık içimdeki hınzır el sopaya doğru uzansa da, öyle sopayı tuttuğuyla kalıyor. O sopayı bütün gücümle adamların kafasına kafasına vurma fantezisine bile geçiş yapamıyorum. Yıllardır insan psikolojisinin derinliklerine dalıyor olmanın getirdiği bilgi birikimi ve bu birikimle yaşanan deneyimler sonucunda, sorumluluk bilincim de şekil değiştirdi. Ata Demirer'in Eyvah Eyvah filmindeki şiveli repliğindeki gibi, “Senden ötürü!!!” diyemiyorum artık kolay kolay... Ortada bir sorun varsa, bunu farkında olarak ya da olmayarak yaratan da, devam ettiren de, bitiren de hep iki taraf...
Kadın-erkek ilişkilerinde yıpranma ve kopma aslında bir reaksiyon zinciri. Hiç kimse mükemmel değil; hepimizin ideal olmayan davranışları oluyor. Herkesin sağ tarafından güle oynaya kalktığı gün var, sol tarafından “Batsın bu dünya” diye kalktığı gün var... Güzel sürprizlerle geçen rüya gibi gün var, bir gelmeye başladı mı bütün tersliklerin üst üste yakamıza yapıştığı gün var... Bütün bunları yaşarken içinde bulunduğumuz ruh halleri de farklı. Üstelik kimimiz yaşadıklarına gecikmeden tepki verebilirken kimimiz duygularını içinde biriktirip olmadık yerde faiziyle havai fişekler gibi patlamayı tercih ediyor. Hal böyleyken herkes kendi içindeki mücadelenin akıntısına kapılıp gidiyor. Hayat da o kadar hızlı ve acımasız akıyor ki, boğulmayayım diye debelenirken kenardaki dalı görüp tutunmaya hacet yok...
O kadar kolay ki artık ilişkilerin incelmesi ve kopması, bana bu gidişat çok üzücü görünüyor. Etrafıma baktığımda bir sürü yarım bırakılmış inşaat görüyorum; daha birinci kat bile bitmemiş, iki-üç tane tuğla dizilmiş özensizce, o kadar... Fizibilite aşamasında vazgeçmeyi anlayabiliyorum; arsa projeye uygun değildir (!), maliyet bütçeyi kat be kat aşıyordur (!) ya da gelecekte prim yapmayacak bir yatırımdır (!); vazgeçilir. Ancak bugünkü “ilişki denemeleri”nde böyle bir durum söz konusu değil. Proje mroje Hak getire; alelacele bir temel atılıyor, daha yerine oturmadan üstüne de bir-iki tuğla... Sonra sağda solda ilk çökmeler başladığında da “aaaa bu inşaat olmadı, hiç sağlam değil” deyip inşaat alanı terk ediliyor. Bu senaryonun en acıklı versiyonu, tam da o tuğlalar gelişigüzel yerleştirilirken bir çocuk dünyaya geldiğinde ortaya çıkıyor. Yapacak bir şey yok; sorunlu bir projenin kaçınılmaz çöküşünün faturası, o çocuğa da ödetiliyor. Aynı özensizlik devam ettiği sürece o çocuk hayattan ne öğrenir, büyüdüğünde kendisi nasıl projelere imza atar, bilemeyiz...
Şimdi televizyonda “Küçük Ağa” adlı yeni bir dizi başladı. Birkaç bölümünü izledim. Bu konuya benzer bir hikayesi var. Başrollerde bu çağın kadınını ve erkeğini temsil eden iki karakter ile ebeveynlerinin boşanmasından muzdarip bir minik kahraman var. Bu dizide gördüğüm birçok sahne, meslek hayatımın konuları arasında yer aldığından, kadın-erkek ilişkileri konusunda bir yazı dizisine başlamaya karar verdim. Bu yazı bir giriş niteliğinde oldu; bundan sonraki yazılarımın her birinde ayrı bir konuyu masaya yatırıp “ilişkiler labirenti” oluşturmayı planlıyorum. Hepimize hayırlı olsun... :-))))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder